14 Mayıs seçimlerinin sonucunda bir analiz yazmıştım ve bir gün içinde 30.000 okunmuştu ben de şaşkındım doğrusu. Yazıyı merak edenler yine buraya tıklayabilirler. https://www.disilenerjiyolculugu.com/blog/fazıl-say-a-cevap-olmadı-çünkü
Sanırım dünkü seçimin sonucu CHP’lileri de şaşırttı. Çünkü herkesin bir algısı vardır, bu millete ne yaparsan yap bir şey olmaz, bir şey değişmez gider kuzu kuzu yine aynı seçimi yapar. Ben bir şeylerin farklı olacağını düşünüyordum. Toplumu iyi tanıdığımımı zannediyorum zira hem insanlarla çalışıyorum, hem muhafazakar bir geçmişten gelip kalıpları yıkmış biri olarak, iyi bir gözlem ve analiz yeteneğimin de olduğunu düşünüyorum. Tabi kendimi överek de hakkımı teslim etmem lazım.
Bizim toplumda sadece narsistler kendini över bilirsiniz. Biz kendimizi övmekten kaçınırız, kendimiz hakkında iyi konuşmaktan utanırız. Böyle öğretildi. Aman kendini övme bırak el övsün derdi annem. El de övmedi tabi iş başa düştü ve zamanla öz değerimi farkettim. Ve de övgünün, pohpohlanmanın, takdirin, onayın dışarıdan gelmesinin hiç bir anlamı oladığını farkettim. İnsanın gerçek değeri, kendi değerini farketmesiyle yükseliyor. Ancak dediğim gibi, bizim toplumda, bizim nesilde mütevazi yetiştirileceğiz diye değersizlik inancıyla dolu koca koca ömürler inşaa ettik. Sahneyi de öz değer yerine öz güveni aşırı gelişmiş narsisist insanlara bıraktık.
Toplumumuzun sorunu sadece bu değildi elbette. Biz fazla travmatize olmuş bir toplumuz. Burada bireysel travmalardan bahsetmiyorum, toplumsal travmalardan söz ediyorum. İhtilaller, savaşlar, terör, ekonomik krizler, ötekileştirmeler, gizli gizli yapılan darbeler, açıktan yapılanlar… bizim ülkede saymakla bitmez. Rupert Sheldrake’nin bir sözü var, bir kere olan şey yine olur, kendini tekrarlar. Ve kendini tekrarlayan durumlar, sonraki gelen nesilleri de içine alır, o nesil de aynı durumu tekrar eder durur.
Travmanın tekrarı işte böyle toplumsal olarak da gerçeklemiş olur. Önceki seçim yazımda Kılıçdaroğlu’nun neden kaybettiğini 28 Şubat’ın üzerinden geçtiği, hakları çiğnenen bir kişi olarak yazmıştım. Bize travmalarımızı hatırlatan isimlere oy vermemizi beklemek delilikti. Ama bu sefer farklı bir durum oluştu. Gerçi CHP’li teyze anlayışının CHP’nin tabanında değişmediğine eminim. O teyzeler az canımızı okumadı değil mi? Üstencilik, kibir, aşağılama, ötekileştirme, her türlü manevi değere, adı Atatürk olan kılıçla karşılık verme… saymakla bitiremem CHP’nin bana hatırlattıklarını. Bu yüzden yıllardır hiç kimseye oy vermiyorum, kimse benim oyuma layık değil derim hep.
Bir de şunu derim, 28 Şubat Tayyip Erdoğan’ı doğurdu. Bu çok açıktı, ha sahne arkasında neler oldu neler bitti bilemem. O kısımla konunun uzmanları ilgilensin. Ben toplum psikolojisini ilgilendiren kısmıyla ilgileniyorum. Tabi ki bu ülkede sadece muhafazakarlara diş geçirilmedi, öncesinde kürtlere, daha öncesinde yine sağcılar, solcular derken, kendi kendimize epeyce bir kıydık. Büyük büyük travmalar yaşadık, etkisi sonraki nesillerde de görülen. Ancak 28 Şubat ve sonrası bir kırılma noktasıydı. Büyük adaletsizliklerin yaşandığı ortamda ‘adalet’ sözü ile sahneye çıkan bir figür, aşağılanmış, ötekileştirilmiş, hakları elinden alınmış bir kesimin sözcüsü oldu. Bununla kalmadı, kapsayıcı dili her kesimden insanı zamanla kendisine çekti. Chp’li teyzeler hariç.
Fakat güç denen şey herkesi zehirler, bu ismin kurduğu sistemi ve içindekileri de büyük ihtimalle zehirlemeye başladı zamanla. Zamanında, okullardan atılan, işsiz bırakılan, eğitim hakkı elinden alınan kesim şimdi önemli yerlere gelmişti. Bilin bakalım ne oldu? Psikolojide deriz ki, travmatize edilmiş kişiler, yeterli gücü elde ettiklerinde travmatize ederler. Chp’nin sembolü olmuş, üstencilik, kibir, alay, aşağılama, eleştirme, ötekileştirme işi bu sefer diğer tarafa geçmişti. Daha da kötüsü ekonomi de kötüye gitmeye başlamıştı.
Atatürk’ü çok geç anlamış biri olarak (neden anladığımı ve onunla ilgili rüyamı başka bir yazıda anlatacağım) laiklik kavramının önemini, nas ekonomisi ortaya atıldığında daha çok anladım diyebilirim. Her yerde parmak sallayan hacılar, hocalar, Allah adına yapılan siyasi pazarlıklar olduğunda da anladım. 90-96 yılları arasında 6 yıl İmam Hatip okulunda okuduğum için, bu yapılanları yapanların nasıl bir psikolojik yapısı olduğunu az çok biliyordum. Benim inandığım din ile dini kullanarak topluma ayar vermeye çalışanların inandıkları adına din dedikleri şey taban tabana zıttı, bunu da biliyordum. Ancak bir şekilde, geçmişte travmatize olmuş milleti, her seçimde yine eskiye dönersiniz haklarınız elinden alınır, dininizi yaşayamazsınız diyerek daha da tetiklediler. Olan halka oluyordu başka hiç kimseye değil.
Din her zaman dünya üzerinde de toplumları yönetmek için kullanılan hatta pazarlanan bir şeydir. İsrail de bugün kendi atalarının yaşadığı tramvayı, dini argümanları kullanarak yıllardır Filistin’e yapmıyor mu? Benim de doğrusu ülkem açısından pek bir umudum yoktu, yine geçmişi tekrar edeceğiz ve hiç bir şey değişmeyecek diye düşündüğüm için Amerika’ya yerleşmiştim, iki çocuğumla. Ha şu an ümidim var mı? Ümit her zaman bizi ayakta tutan şey, o yüzden hayal de olsa var. Ancak toplumdada çok şey değiştiğini düşünmüyorum. Chp’nin kazandığını da….
Olan şey, insanların artık çaresizlik hissi ile başa çıkamayıp sandığa gitmeyişi, öfkeyi doğru yere yöneltmeleriydi. Yani öfke artık, ramazanda bira içen Chp’li gence değil, ekonomiyi bitme noktasına getiren kişilereydi. Ekonomi, adalet ve eğitim… Bu üçünde biri olmazsa toplumda çöküş başlar. Bu yüzden ekonomiyi tek başına düzeltemezsiniz, diğer ayakları da düzeltmeniz gerekir. Evet bu seçim, inançlarından sömür sömür sömürülen halkın verdiği bir tepkiydi. Ve babalara başkaldıran oğulların…Öyle zannediyorum ki Chp’de olan da oğulların babaları sahneden alma meselesiydi.
Kronos, babası Uranos’a başkaldırdığı ve onu hadım ettiği için yönetimi ele geçirmişti. Ancak gün geldi, kehanet bu ya, dediler ki senden olacak oğul da seni devirecek. Ve Kronos korkusundan dolayı tüm çocuklarını yuttu, annesi Zeus’u çoktan kaçırmış mağaradaki bakıcılara devretmişti bile. Kronos’u devirecek kişi oğlu Zeus’tu. Musa ve Firavun kıssasına benziyor değil mi? Tüm kıssalar binlerce yıl ötesinden gelir ve hepsi bizlerin bilinç seviyeleridir. Mesele kişiler değil, mesele Musa bilinci anlayabilmektir. Hayır demeyi, cesareti, yola düşmeyi, halkında sahip çıkmayı, zalimlerden korkmamayı Musa bilinci sağlar insana. Musa da Firavun’un sarayında büyümüştü oysa ki. Ancak Musa peygamberliğine güvendiği anda bir kayıp yaşadı. Firavun ve Musa birbirilerine meydan okudular çokça. Bu meydan okumalardan biri nehri tersine akıtmaktı. Musa peygamberliğine güvenerek gece uyudu. Firavun ise sabaha kadar dua etti, ‘Allahım ben tanrı olmadığımı biliyorum, gerçek tanrı sensin, ne olur sabah o nehri ben dediğimde tersine akıt’.Ve tabi ki Firavun nehri tersine akıtmayı başardı o sabah.
Ancak hep derim mesele insanların neye inandıkları değil, mesele ne kadar çabaladıkları ve ne kadar erdemli davrandıklarıdır. Günümüzde müslümanların kaybettiği en önemli şey erdemler oldu. Ne de olsa, inanıyoruz üstünüz deyip de kibre kapılanların sayısı çok öyle değil mi? Öyle olmasa bütün akıl ve iyi dediğimiz şeyler İslam dünyasından çıkar, batıdan değil. Bugün İslam ahlakını en iyi yaşayan ülke neden İsveç? Bunu hiç düşündük mü? Müslüman olmayan bir ülke nasıl oluyor da bunu başarıyor? İşte önemli olan erdemlerin içselleştirilmesidir, niye namaz kıldığını bilmeden namaz kılmak değil. İnanç da zamanla bir kibre dönüşebilir ve inanan insanlar da yolunu kaybeder. Çünkü temel değerleri, erdemleri kaybetmişlerdir.
Geçen çocukları okuldan aldım, her zamanki gibi iki Türk öğrenci kendi evlerine benimkileri benim eve bırakıyordum. Genelde arabada bir domuz ürünü var mı, domuz jelatini var mı, o yediğiniz helal mi denir bizim çocuklara. O gün yine o helal mi, aman biz yemeyelim siz de yemeyin bahsi geçerken bir süre daha kendimi tuttum. Sonra helal yiyeceğe çok dikkat eden bu çocuklar sınıf arkadaşları hakkında aşağılayıcı yorumlarda bulunmaya başlayıca, çocuklar ne olursa olsun bir insanı aşağılamak Kuran’da birebir yasaklamıştır. Bunu biliyor muydunuz diye sordum. O an bir sessizlik oldu, daha sonra sessizliği küçük kız bozdu, ‘benim bakıcı ablam geçen gün dedi ki ben Betül’den çok , falanca hanımı daha çok seviyorum. Ablam seni daha az seviyormuş’ deyince ben şunu dedim ; ‘ Herkes herkesi sevmek zorunda değil, bu çok normal bir şey. Bazen bazı insanları daha çok severiz diğerlerini daha az. Ayrıca biliyor musun Kuran’da söz taşımak da yasak. Hani domuz ürünü yiyeceğim diye çok korkuyorsunuz ya, ha işte onu yemenizden çok daha büyük bir sorun, söz taşımak ve dedikodu yapmak. Domuzu zorunlu olduğunda ya da yanlışlıkla yiyebilirsin. Ancak birini aşağılamanın, söz taşımanın, birinin arkasından kötü konuşmanın yanlışlığı olmaz. Dürüstlük, doğruyu söylemek, yalan söylememek helal etten çok daha önemli. Ne güzel anne babanız oruç tutuyor, ancak bunu size anlatmaları lazımdı, ben çocuklarıma bunları anlatıyorum bizim evde ahlaki meseleler domuz jelatininden daha büyük önem taşıyor.’
Yine sustular ve evlerinin önünde indiler. Sonra oğluma döndüm, işte müslümanlar bu nedenle bir türlü burnunu çukurdan çıkaramıyor. Kuran’ın özünü anlamaktansa, şeklen uygulamayı daha rahat buluyorlar. Ahlaklı erdemli yaşamaktansa, çıkarlarına uygun yaşamayı tercih ediyorlar. Kuran’da kibir, riya, şirk, yalan ve hakikati görememek üzerine yüzlerce ayet varken domuz üzerine 2-3 ayet var. Küfür, örtü demektir. Yani üzerini örttüğün hakikat senin için küfür eylemidir. Ne olursa olsun, kendi hakikatimizi görmeli ve erdemli davranmalıyız Allah bunu istiyor oğlum dedim.
Oğlum da, insan ölünce gözünü başka bir gezegende de açabilir ve orada sınavlarına devam edebilir, ya da beyaz bir odada uyanır ve sonsuza kadar orada sessizlik içinde kendini sorgular. Şimdi buradayız ya, eğer doğru şeyleri yapamazsak o beyaz odada uyanıp sessizlik içinde sonsuza dek kendimizi sorulayabiliriz anne dedi. Öylece gözlerine baktım, annemin sözü geldi aklıma, ‘sen bunlara dinini öğretmiyorsun’ demişti, ben de onlar biliyor anne, bir gün içlerindekini açığa çıkarakacaklar. Bana düşen onları dini ibadetlere zorlamak değil, dosdoğru yaşamaktır. Eğer ebeveyn dosdoğru yaşarsa ve bunu korkuyla değil, hakikatle, samimiyetle, sevgiyle yaparsa çocuğa bir şey anlatmaya gerek kalmaz, zaten çocuk göreceğini görür anne demiştim.
Şimdi Türkiye’de bir kesim beyaz odada uyandı. Oturup sessizlik içinde uzun uzun kendilerini sorgulayabilirler. Tabi sorgulama da bir erdemdir, umarım hala vardır o erdem. Ancak bunu sadece bir kesim değil tüm kesimler yapmalı. Birbirini aşağılayan, yargılayan, ötekileştiren, sivri dili ile yaralayan, inandığı değer uğruna bir başkasını döven, değerlerini kaybetmiş herkes ama herkes bu sorgulamayı yapmalı. Chp’li teyzelere sözüm yok, onlar kalsın öylece, rengimiz bizim onlar.
Dini söylemlerle insanların gönüllerini fethedip idareye gelmek kolay. Peki ya dosdoğru olmak. Bu yüzden Kuran’da namazı kılın değil, namazı dosdoğru kılın denmez mi? İçki içmeyin değil, yaklaşmayın denmez mi? İçki orada sembolik olarak kullanılır. Mesele insanı sarhoş eden, aklını başından alıp kötülüğe yönetlen şeyleri vurgulamaktır. Bugün insanı sarhoş eden şeyleri düşünün. Güç, para, şöhret, statü, makam, iş, mevki, sosyal medya, dengesiz aşk, şiddet… Tabi hepsi ve çok daha fazlası insanı bağımlı yapan ve sarhoş eden unsurlardır. Ama biz müslümanlar meselesi alkolden ibaret sandık. İşte bu noktada erdemleri kaybettik.
Babam ben küçükken şunu derdi (kendisi seküler bir yaşam sürerdi) ; kızım bu ülkede bir solcuya bir de namaz kılana güven, seni aldatmazlar, dürüstlerdir. Şimdi bakıyorum da ikisinin de güvenilecek bir tarafının kalmadı Ama o zamanlar güvenirdim, uzun süre de güvendim. Üniversitede solcu arkadaşlarım çoktu. Hala içlerinde çok sağlam erdemli ve ahlaklı insanlar olduğunu biliyorum. Namaz kılanlarda da var biliyorum ancak güç dengeleri değiştiğinden beri dini simgeleyen her şeyin değeri düştü ve bir kesimi din adına travmatize ettiler.
Şimdi CHP’nin travmatize ettiği kesim başını alsın ellerinin arasına otursun düşünsün, onlar da aynı şekilde din kılıcını kullanarak başkalarını travmatize ettiler. Ne oldu? Psikoloji haklı çıktı her zamanki gibi. Travmatize olan herkes gücü elde ettiğinde başkasını travmatize edebilir. Bu yüzden tecavüzcüler, çocukluklarında tecavüz uğramış kişilerden çıkar. Şimdi sınav sırası CHP’nin. Bakalım nasıl bir söylem geliştirecekler. Chp’li teyzeler dışında kalan ve şu an zafer sarhoşluğu yaşayan, tepki oylarından kazandığını düşünen taban ne yapacak?
Aslında Kılıçdaroğlu’nu değiştirerek zaten büyük bir değişime imza atmışlardı. haklarını yememek lazım. Demek ki oluyormuş, köhnemiş bir şeyleri korkmadan Kronos gibi değiştirince kesip atınca bir şeyler farklı oluyormuş. Peki bu değişim devam edecek mi? Bir süre devam edebilir, evet gerçekten büyük başarılara imza atılabilir. Ama sonra? Sonra yine sistem kendini tekrar etmeye başlayabilir. Çünkü bu değişim halkın, aaa dur ben bi düşüncemi değiştireyim, kendimi değiştireyimin sonucunda olan bir şey değil. Çaresiz hissediyorum, kızgınım, öfkeliyim, önümü göremiyorum bir de bunu deneyeyim değişimi.
Çaresizlikten doğan değişimle, farkındalıktan doğan değişim başkadır. Atatürk de çaresizlik içindeki bir ülkeyi toparlayıp, kurtarma mücadelesi verip kökünden değiştirmişti. Bana sorarsanız Cumhuriyet sürecinin o çözemediğimiz handikapı tam da buradan kaynaklanıyor. Ancak bir ulusu liderine düşman etmek de tam da İngilizlerin başarabileceği bir şeydi, başardılar da. Dünyanın her yerinden insanlar Atatürk'ü tebrik edip hayranlık duyarken bizim topraklarımızda düşman olmamız, büyük bir oyundan başkası değildi. Her devrin hatası vardır, geçmiş hatalarla doludur. Atalarımıza düşmanlık bize sadece kaybettirir, hiç bir şey kazandırmaz. Dedim ya ben Atatürk’ün düşüncelerini, yapmak istedilerini 34 yaşımda anlamaya başladım. Çünkü o yıl bir rüya gördüm, o rüyadan sonra hem tüm düşüncelerim hem de kendim değişmeye başladım.
Bazen rüya görürüz, bazen rüyadan uyanırız. Bazen de rüyanın içinde başka bir rüyaya uyanırız. Rüya hala devam eder. Bana göre CHP’nin aldığı bu sonuç şimdilik bir rüyadan başka bir rüyaya uyanmak. Umuyorum ki doğru isimlerle çalışırlar, ve yine umuyorum ki çoğu kişi artık dersini almıştır. Ve yine yine umuyorum ki CHP’li ve Akp’li teyzeler de kapı komşularıyla barışır. Bizim barışmaya ihtiyacımız var. Bizim birbirimize farklılıklarımızdan dolayı öfkeyle değil, sevgi ve kabulle yaklaşmaya ihtiyacımız var. Ben Chp’li teyzelerimi de seviyorum, Akp’li teyzelerimi de… Benim gerçek teyzelerim bile siyaset yüzünden ikiye bölünebiliyorlar. Yapmayın etmeyin, bu ülkeye yıllardır kaybettiren şey bu bölünmüşlük. Biz sırt sırta vermek zorundayız. Sosyal medyada korkunç analizler, yorumlar, eleştiriler okuyorum. Bakıyorumki yine sorgulama yok. Ama trollerin sorgusundan da bir şey olmaz, önemli olan devleti idare edenlerin öz muhakeme yapıyor olmaları.
Bir ülkeyi abad edecek şey tekrar söylüyorum, adalet, eğitim ve ekonomidir. Eğitim sistemi ve adalet sisteminin halini görüyoruz. Tabi ki ekonomiyi de… Yıllardır ABD’nin neden ayakta durduğunu buraya taşındığımda anladım. Evet adalet, eğitim ve ekonomi. Üçü de güçlü. Tabi ki korkunç bir kapitalist sistem var. Ama şimdilik güçlü. Fakat gözlemlerim sosyolojik ve psikolojik açıdan pek iyi değil onu da belirteyim. Ülkemin insanlığını çokça özlüyorum. Ama şimdilik buradayız. Bir gün gerçekten ülkemde bir şeylerin değişebilir olduğuna inandığımda dönüp, burada edindiğim bilgi ve tecrübelerle elimi taşın altında koyacağım. Şimdilik kırgınlığımı iyileştirmeye çalışıyorum. Ben de hem bir uzman olarak hem de bekar bir anne olarak ülkemde çokça haksızlığa uğradım. Çokça yargılandım, sırtımdan bıçaklandım. Bu yaralarım burada bir iyileşsin. Sonrası Allah kerim…
Son olarak yıllardır, kibirle, hırsla, yobazlıkla, dini sömürerek parmak sallayarak, cehaletin dibine vuran söylemlerle toplumda kendinden olmayan her kesimi dışlayan, ötekileştiren, insanları birbirine düşüren, böbürlenen, hak yiyen, haksızlık yapan, haram lokmaları löpürdeten, insanları kıran, değersiz hissettiren cenaha, bu seçim sonucundan yola çıkarak bir şey sormak istiyorum. ‘Noldu Cerrahım?’ Ben diyeyim, Allah Firavun olduğuna inandıklarınızın da duasını kabul etti, çünkü Allah için aslolan samimiyet ve doğru çalışmaktır. Ama içinizdeki Musa’yı Firavun’a dönüştürürseniz işte oradan geri dönülmez. Ve unutmayın Her Firavun kendi Musasını doğurur bir gün. Herkese geçmiş olsun.
Applied Psychology Scientist
Betul Demirkiran
Türkiye ile ilgili söylediklerinize hiç girmiyorum.. Ama uzun yıllar Amerika’da yaşamış, yüksek lisans yapmış, 2 çocuk büyütmüş biri olarak, ekonomik sistemi vahşi kapitalizme dayalı, eğitim sisteminin yetersizliği ile dünya sıralamalarında yerlerde sürünen, okullarda racismin bullying vakalarının tavan yaptığı, bu vakalar yüzünden okul basıp arkadaşlarını katleden onlarca çocuk katile sahip, parayı bastırıp iyi bir avukat tutanın en büyük suçlardan bile bir gece hapiste yatmadan aklanabildiği Amerika’dan
bahsettiğinize emin misiniz? Bakın daha sosyal olmayan devlet yapısına, sağlık ve sigorta sektörüne siz girmediğiniz için girmedim bile. Bence henüz gerçek Amerika ile müşerref olmamışsınız Betül hocam.. Umarım da hiç bir zaman olmazsınız..
Gözlerim dolu dolu okudum Betül Hanım. Inşallah milletçe bu gerçekleri tam anlamıyla idrak etmeyi başarırız. Umudum yok demek istemiyorum, Allah hepimizi amele muvaffak olup yeise düşmeyenlerden eylesin.